Geleceğin şiiri mi yoksa şiirin geleceği mi?
Geçen hafta Orlando Arka’nın yayınladığı 8Gen şiir serisinin ilk üç kitabından bahsetmiştim. Bu kez diğer üç kitap/kitapçık olan Petek Sinem Dulun, Ekin Metin Sözüpek ve A. Emre Cengiz’in eserlerinden bahsetmek istiyorum. Monica Papi ve Sena Türkmen’in kitaplarını daha sonra farklı bir bağlamda ele alacağım.
Bu üç kitap beni Cesur Yeni Dünya’nın bugüne uyarlanmasına, yani geçmişte hayal edilen gelecek algısının bugüne kadar gerçekleşen kısmının şiirdeki izdüşümüne, kurgulanmış bir fantazi diyarına götürdü. ve yaşadığımız dünyanın teknolojik donanımına. Bu bakış açısının bir algı değişimi değil, bir algı çatışması olduğunu düşünüyorum.
Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sı duyguların yok edildiği, her şeyin kontrol altında tutulduğu, cinselliğin farklı düzeyde yaşandığı, üreme biçiminin tamamen değiştiği, teknolojinin oldukça ilerlediği bir dünyayı anlatıyor, yılın dünyası Ford’dan sonra 632. O dünyada hâlâ farklı bir bölgede klasik yaşamı sürdüren vahşiler var. Şu an yaşadığımız dünya bir bakıma bu distopyanın gerçekleştiğini gösteriyor; Yaşadığımız hayat bir yandan MS 632’de yaşayan Alfa, Beta, Gama ve Epsilonların hayatlarıyla örtüşürken, diğer yandan hâlâ vahşilerle aynı özelliklere sahip yönlerimiz var. Yani henüz tam olarak oraya ulaşamadık. Ama gelecekte olma ihtimalimiz yüksek çünkü gelecek henüz tam anlamıyla gelmemiş!
Petek Sinem Dulun’un Seyşeller kitabını okurken neden kendimi “Cesur Yeni Dünya”nın içinde ya da yakınında hissettiğimi açıklamak ve bu bağlamda kitabın yeni çağın öncü metni olup olmadığını sorgulamak istiyorum. Bugün oluşan dünya düzeni. Bu sorgulama bizi günümüz şiirinin yanı sıra geleceğin şiirinin de nasıl olacağını düşünmeye sevk edebilir. Günümüzde gündelik dil bile sanal etkenlerle hızla değişirken, gündelik dili dönüştürmekle yükümlü olan şiir dili de elbette değişecektir. Ama ne tür bir değişiklik?
Öncelikle Seyseller’deki şiirlerde kullanılan teknik ifadelerin dilin kullanım tekniğini de değiştirdiği izlenimini edindim. “Kripto dilinden doğan yeni bir sınıf doğuyor”, “Dijital dokunulmazlık için şiddet içermeyen bir yer arıyorum”, “suçlu kırıntılarının zehirli yolculuğu/yargılandılar”, “gözler: olarak üzerimizde” bir ekran temsili”, “Güneydeki göçmenlik yasası için gen okunu takip edenler/ ‘Hipotezler tutar’ gibi satırlardaki bazı teknik kavramların günümüz dünyasında karşılığının olduğunu düşünüyorum, bazılarının ise şu anda okuyucuda tam bir karşılık bulamıyor, anlaşılamıyor ve gerekli çağrışım oluşturulamıyor. Muhtemelen kastedilen bu değildi. Bu satırları ‘Cesur Yeni Dünya’ metninin ortasına ustalıkla serpiştirirsek, Şaşırmayın. Çünkü aralarında önemli bir kan bağı var ve oradaki soma tabletleri ve taksikopterlerle aralarında bir çatışma olmayacak. Bu da ‘Seyşeller’deki şiirlerin okurlara hitap ederek mi yazıldığı sorusunu akla getiriyor. geleceğin, hatta yakın geleceğin… Orada da bitmiyor. Yaşadığımız hızlı değişimin bizi hızla sürüklediği bugün nasıl dünkü duygularımızın çoğunu kaybetmişsek, yarın da bugünkü duygularımızın birçoğunu kaybetmiş olacağız. Nasıl ki çağdaş şiir günümüzün genç okur kitlesi üzerinde bizdeki kadar etki bırakmıyorsa, tıpkı postmodernizmin bile kısa süreli olduğu, uzun yıllar boyunca çözülmeye başladığı ve yerini ötesi diyebileceğimiz bir anlayışa bıraktığı gibi. Postmodernizmin (tabii ki bu bütünsel bir yapı değil, parçalı anlayışların bir derlemesi) şiir dilinin de bir tür distopik dil mekaniğine dönüşmesi çok mümkün görünüyor. O halde daha uzun bir alıntı yapıp oradan konuşalım: “Ağacı kaldıran kuyruksuz insan, suda koşan adamdan daha şanslı sayılır/ Kolunun kaldırma gücünü düşünebilir/ İstese üretebilir Ünlü harflerden kas oranına dair formüller/ Ama egzotik sesinden ve çeneye benzeyen dişlerinden tanıyoruz onu/ Yıllar süren hazırlıklar Uzun süre yaşadığı bal evinden ayrılırken/ Rüzgarın hızı onu 40’a itince derece boylam/ Yolunun 20° sınırında biteceğini çıkarıyoruz.” Ayrıca stringlerin ortasına koyduğum “/” işaretlerini de kaldırıp bunu düz metin olarak okuyabiliriz. Kitapta metnin parçalanarak alt alta mısralar halinde yayınlanması görsel bir şiir algısı yaratıyor. Okunduğunda düzyazıdır. Bunu bir eleştiri olarak söylemiyorum; Kitaptaki diğer şiirlere bakıldığında bunun bilinçli bir tercih olduğu açıkça görülüyor. Ancak buna sadece düzyazı dili diyemeyiz. Bu teknik olarak açıkçası bilim kurgu, daha doğrusu distopik bir dil. Ama bu şiirlerde bir distopya yaratılmıyor. Günümüz dünyası distopik bir dille anlatılıyor. Eğer bu terimi türetmekte tereddüt etmeseydim buna “ters distopya” derdim. Bugünün gerçeği, geleceğin olası dili ve tekniğiyle harmanlanarak anlatılıyor.
FANTASTİK KARA ŞİİRİ
Ekin Metin Sözupek’in ‘Kırılganlığı’ da benzer şekilde ancak farklı bir bağlamda değerlendirilebilir. “… Market-in’den Magma’nın Gözü gibi yırtıcı bir aura fışkırıyordu: janky-neon-parlak yeni bir din/ kustu/ dışarı çıktı iblis/ gösteri ucubesi ve viral/ ortaya çıktı/ tüm yol boyunca Çin’den. Fizan’dan. Ucuz parayla satan beni satın aldı/ İnternette sergilendim, -ne teşhirci orman-“. Başka bir şiirde ise “Derisi soyulmadan kaçan saf bir leopar gördüm. Meta-Ormana sızmıştı…” dizeleriyle karşılaşıyoruz. Daha önce teşhirci olarak tanımlanan orman, muhtemelen Meta-Orman’ın kendisidir. Şiirler bir bütün olarak ele alındığında orman bir arazi olarak karşımıza çıkmakta ve fantastik edebiyatın farklı dünyalar/alemler yaratma özelliğiyle örtüşmektedir. Ancak bu ormanın bir meta orman olduğu unutulmamalıdır. “Bülbül sücek için Ayet I Meta” telaffuzundan da anlaşılacağı üzere burası teknik olarak inşa edilmiş bir arsadır. Orada da insanlar, bazı hayvanlar, çocukluk anıları, insanlara dair çeşitli duygular var ama tüm bunların geçtiği fantastik diyarın sanal bir alanda, büyük ihtimalle bir bilgisayar oyununda yaratıldığı izlenimini veriyor. Esasen şair bize gerekli ipucunu veriyor: “Valeler içime giriyor ve takılma sesleri” dizesi, yeni bir dünya kurarken içindeki/zihnindeki sesi bir jack aracılığıyla bilgisayara yüklediğini gösteriyor. . Yeni dünya kavramını tesadüfen kullanmıyorum, bir satırda şöyle deniyor: “Mezarınıza gerçek bir hacimde yeni dünya sunabilir…”. Aslında bu yeni dünyanın şımarık, neon ışıklı yeni bir dine sahip olduğunu zaten görmüştük.
Bu yeni dünyadaki yeni insan sıfırdan inşa edilmedi. Geçmişle genetik bağlantısı var ama oldukça değişti: “Kaygılı Andromeda. 1’den 1 milyara / Genom dağının eteğinde sanrıları olan Anoreksik aile / aç. Her tarafta büyükannenden kirli kan akıyor. ” ‘Cesur Yeni Dünya’daki insanlar sözde vahşilerle aynı genleri taşımıyor muydu? Artık bir anne ve babadan doğmasalar da, üretim alanlarında seri üretime geçseler de başlangıç noktaları o eski dünyanın insanlarıydı. Genom dağının eteklerinde 1 milyardan 1 milyara dönersek elbette büyükannemizden miras kalan kirli kana da ulaşabiliriz. O halde şunu söyleyebilir miyiz: Tamamen değişmiş, eskisiyle hiçbir ilgisi olmayan yeni bir dünya elbette kurulabilir ama bunu ancak eskisinin üzerine inşa ederek kurabiliriz.
BUGÜNÜN GERÇEĞİ
A. Emre Cengiz’in ‘Linkbioda’sı hem dil hem sözcük hem de teknik açıdan gelecek ya da kurgusal dünya projesi perspektifinden bakıldığında daha çok günümüz dünyasına odaklanıyor. Şiirde ön plana çıkan ancak günümüzde bir ölçüde günlük dile geçmiş olan “fraktal desenler”, “beni arkadaşlıklandıran” gibi kelimeler bulunsa da şiirlerin ortasına kare yapbozlar kullanmak, belirli sembolleri yerleştirmek gibi kelimelerle daha sık karşılaşıyoruz. (gökkuşağı gibi) deneysel şiirlerde. ve not sembolleri), bilgisayar ekranında ya da cep telefonunda görmeye alışık olduğumuz görseller (örneğin, QR kod görselini yeniden yüklemek için tıklama), yapsaydım “deneysel şiirin klasik kalıpları” diyebileceğim kullanımlarla karşılaşıyoruz. Terimleri yeniden icat etmekten çekinmeyin. Ancak şiirler doğrudan olası geleceğe değil, günümüzün teknolojik/sanal dünyasına, yani yaşadığımız dünyaya hitap ediyor. “Küfuvvât” adlı şiirde “hashtag yapmak istiyoruz!” diyor. Mesela “#gömleğimizin kuru olduğunu unutursak”, “#yüklü demir” gibi hashtagler kullanılıyor. Her ne kadar “sayfaya git>> abone ol>> beğenmeyi unutma”, “linkbioda”, kitaba adını veren “selfie çubuğu” gibi kavramlar hayatımıza sonradan girmiş olsa da (tabii ki Bazılarının hayatında doğduğu andan itibaren var olan) bugün hepimiz, en azından telefonlarımız elimizde veya dizüstü bilgisayarlarımızda var. Kollarımızdayken sıklıkla kullandığı ifadeler. Hatta tam tersi bir bakış açısıyla bunların bir süre sonra kullanımdan kalkma ihtimalinin bile bulunduğunu söyleyebiliriz. Tıpkı 90’lı ve 2000’li yıllarda oldukça popüler olan MSN ve ICQ gibi kavramların da günümüz gençleri için tarihi bir anlam taşıdığı gibi. Belagat şiirinde tekrarlanan “Güzel, beni çıplak bırak” mısrası bile günümüz gerçekliğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Ancak yarının gerçekliğini ne kadar yansıttığı bilinmiyor. Bugün birbirlerine çıplak fırlatanlar, yarının dünyasında büyük ihtimalle holografik görüntüleriyle birbirlerinin evlerine misafir olacaklar. O zaman bu şiirleri okuyanlar büyük ihtimalle yapay zekaya ya da dedelerine hashtag’in ne olduğunu, çıplak atmanın ne olduğunu sormak zorunda kalacaklar.
Üstelik kitaptaki şiirler şiirsel telaffuz açısından oldukça akıcı, ritmi ve sıkı örülmüş bağlamı olan dizelerden oluşuyor. Sadece bugünün şiirleri. Ancak yarının şiirleri olup olmadığına dair bir şey söyleyemem. Yarının şiirinin nasıl olacağını bilmiyorum.